Tuesday, June 14, 2011

to whom it may concern

sevgili okuyucular, biricik takipciler;

bildiginiz uzere, ben bu blogu sizleri mutlu etmek, gonlunuzu hos tutmak icin yaziyorum. tek istedigim sizin begenileriniz dogrultusunda eserler vermektir. zahmet olmazsa bana e-mail atarak islememi istediginiz konulari, hosunuza giden stili ve cesitli oneri, elestiri ve isteklerinizi bildirirseniz, ben de oradan hareketle sizlere daha iyi hizmet verebilirim.

hahahah haddi len.

bu bir nedir? kisisel blog. gun geliyor faydali olabilecek, yok efendim yunanistan'da cep telefonu aboneligi soyle, taksiler boyle gibi bilgiler geciyorum. zamaninda kemoterapi ve radyoterapi maceralarimi da yazdim; herhalde hayatinda boyle seyler yasamamis (ve yasamayacagini umdugum) insanlar okuyup "aa bu da boyleymis" diye dusunmus, belki verdigim kimi tavsiyeler ise yaramistir. ama su siralarda artik gorece olarak kuculmus olan sahsi dertlerimi, izlenimlerimi yaziyorum; bazen begendigim bir iki sarkiyi, filmi paylasiyorum, su bu. ama yok, bir cihangir lafi edip (bu cihangir de amma gilligisli meseleymis ha. herkes birer disko partizani), saka yollu bohemlikten dem vurunca vurun kahpeye. kemoterapi blues iyiydi de, bu mu kotu? uzulup bozuldugum sanilsin da istemem zira hem konuya kasimpasa civarlarindan bakiyorum hem de sosyolojik bir gozlem gibi bir yandan da. cikarimlar soyle: bir kere anonim olarak istedigimizi diyebiliyoruz, buna hakaret, kufur, intizar -hepsi dahil. ikincisi gorece mutlu, rahat hayati olan herkesin allah belasini versin -gordugum kadariyla konsensus bu. sevgili 9-5 calisan, isinden, hayatindan tiksinmis arkadasim: kusura bakma, bu da benim hayatim. gonul isterdi ki, sen de ofislerde dirsek curutme ama boyleyken boyle. bu kadar sinirlerin oynuyorsa okuma burayi. ben boyle "oraya gittim soyleydi, buradan sikildim ay ne yapsam ki" temali bir seyler karalamaya, belli ki, devam edecegim. orada sayfanin kosesinde bir yerlerde bir unfollow tusu olacakti.

Monday, June 13, 2011

there and back again, kim bilir kacinci take.

makedonya'dan dondum. donduk hatta. epey kalabalik bir grup olarak gitmistik; fire vermedik. makedonya izlenimlerimi bir baska yazida, hatta buyuk ihtimalle diger blogda yazmayi dusunuyorum; burada soyleyecegim sey baska. makedonya, evet, hayli cekilmez, berbat bir yer. oyle tatil icin falan dusunebilecegimiz yorelerden degil. dolayisiyla, istanbullularin cok iyi bildigi bir deyisi bu ulkeye de uyarlamak mumkun: "en guzel yani, turkiye'ye donusu." hal, durum boyle. peki ya bendeki bu geri donmeye bagli kasilma? sanki zevkten zevke kosuyor, konfor icinde yuvarlaniyorduk. iste istanbul: guzel, sahane bir haziran; havasi da, hayret edersin, taptaze. iste ev: konforlu, rahat, merkezi. bir nevi iste kapi iste sapi. ama bir de su, iste pinar: yine rahatsiz, yine huzursuz. ama tatlim, bir omur seyahatle gecmez ki? ustelik orada da banyolari begenmiyor, servise demedigini birakmiyor, havasindan sikayet ediyorsun (ic sesim konusuyor).

quo vadis?
belki de bu aksam istanbul'da bir otelde kalip kendimi aklimatize etmeliyim. sonra onumuzdeki maclara bakariz.

not: bu postun altina da gelip soyle simariksin, boyle bilmemnesin diye siksik edecek arkadas, bosuna etme. evet oyle simarigim, boyle kustahim ve en gicigi ne biliyor musun? istedigimi yapabiliyorum. o zaman pasta yesinler. kib.