Wednesday, December 22, 2010

and speaking of the holidays...

...buy me this house and I shall be happy.

(alternatively, you can build a replica somewhere nearby. that also works.)


Let it Dough!

In the Christmas spirit, one of the best holiday-season-themed-stuff I've come across so far. Check out the whole story in the link above.

Wednesday, October 20, 2010

Perspective, my dear Watson

sabah sabah kendime soyledigim bu: "perspective, my dear Watson"; cunku mesela bu aksam kotu bir haberler ciksa, yahut en iyisinden "hmm bilmiyoruz" cekip (ki doktorlarin en iyi yaptigi seydir) 32 tane daha cesit cesit test isteseler, iste O ZAMAN, bu kafayi taktigin seylere uzulup hatta bizzat kafasiz oldugunu..

dusunmeyecek misin?

cevap muspet. o halde titre ve kendine gel rica ederim. (burada aklima elimde olmadan naked gun filminde priscilla presley'nin her "titrediginde" sac modelini degistirerek "kendine gelisi" dusuyor. bazi pop-kulturel referanslara engel olunamadigini bir kez daha kabulleniyorum.

asagida; holmes watson'a dersini verirken. kendisinin de bu karede cok ne yaptigini biliyor gibi durmadigini dusunuyorum. yaa, sherlock. (arti o sapkayi taksam ben de rasyonel bir canavara donusurum. ne var??)




Tuesday, October 19, 2010

bedenime sahip olabilirsin, sanirim ruhuma da!

son (bir?) haftadir hayatimizi ele geciren, evde aksamlari her seyin bambaska bir kafada cereyan etmesinden sorumlu dis mihraki acikiyorum:

Paradise Circus - Massive Attack

bu attan dusen benim (birazdan dusecek, klibi izleyin) a.k.a "esekten dusmuse dondum"


bazi seyleri bu kadar ayari kacmis duzeyde guzel yapmak zorunda degilsiniz. <--- bu da kafa yani!

(biraz (epey?) kafa yordum, sozlerini su anki ruh halimle neredeyse taban tabana zit buldum. bu muzisyenler cok DUYGUSAL tabii, ne dedikleri de anlasilmiyor (kafa bulanmis). bana soracak olursaniz expressionist/surrealist akima goz kirpan bir gufte olmus. yani, bugun bu sekil anlariz, yarin su sekil anlariz. herkesin hayatina kimse karisamaz.)

Monday, October 18, 2010

insert postmodern baslik here

je ne regrette rien ulan! elbow degilse de head grease ile ak-sut-helal derecesindeki edindigim paraciklari fitifiti diye sacmaya giderken iste bunu soyluyorum. iste bunu! simdi isin icine ucundan accik kulturel bir seyler de karistirip coksuperyeniradikal'e yazi yollayacagim. haftaya animated gif'imi gorursunuz gibime geliyor. ilk yazi: sishane'den istinye park'a; bir sehrin ve tuketimin anatomisi.


- Posted using BlogPress from my iPhone (uu beybi)

Location:Büyükdere Cd,Istanbul Province,Turkey

Sunday, October 17, 2010

...gelmisken

birkac hafta once rahat batmis gibi blogun template'ini degistirmis idim. aksi gibi eski template artik secenekler arasinda yok. bu oxford don'u calisma odasi havali arka plandan feccci sikildim. yar bana bir eglence?

(alinacak ders: SI NON CONFECTVS, NON REFICIAT*)

* if it ain't broke, don't fix it (Vetinari family motto)

upuzun bir bayram tatili

mi?

birkac gundur suren calismalarimizdan (ie. gunlerdir "yeaa bi yere gidelim yeaa" demelerimiz ve sonunda bugun oturup fiyatlara bakmamiz merkezindeki calismalar) neticesinde gordum ki:

a) bayramda bir yere gidilemiyor. cunku esas gitmek istedigimiz misir;
    a1) luxor-aswan gibi bolgeleri kapsayan nil turlari ile iddiali fiyat politikasina dahil.
    a2) gayet gidilebilir fiyatta olan opsiyonlar sharm-el-sheikh ve kahire. dostum kahire'ye 500 euro vermemi beklemiyorsunuz herhalde? abu simbel'i, edfu'yu, hatshepsut'un funerary temple kompleksini gormedikten sonra ne anladim misir? ben bir de saf gibi "ya vakit olur da sinai'deki aziz catherine manastirina da gideriz, bu donem derste cocuklara misir colu manastirlarini gosteriyoruz he mi?" diye hevesleniyordum. ha. ha. ha.

gidemedigimiz Abu Simbel


b) bayramda, mesela, kapadokya'ya gidilebiliyor.

kasim ayinin ortasinda nevsehir-nigde-kayseri ucgenindeki hava durumuna bagli olarak bu olabilir de, olmayabilir de. mesela cappadocia cave spa hotel neler vaadediyor?

"Fiyata Dahil Olan Hizmetler: Sauna, buhar odası, kar odası, tuz odası, ısıtmalı-kapalı yüzme havuzu, jimlastik salonu, kablosuz internet ve otopark bulunmaktadır."

isin dogrusu ozellikle tuz odasi ve de JIMLASTIK salonuyla otel adeta bana reddedemeyecegim bir teklif yapiyor. istanbul'da kicimi koltuktan ofis sandalyesine oradan geri koltuga kadar kaldiran bir insan olarak jimlastik salonuyla imtihanimin neticesi ne olur bilemiyoruz. bayramdan sonra haber ederim. belki.

(b plani: tam bayram tatillerine TESADUFEN denk gelen bir konferans bulup parasini bolumden talep etmek. okumayin burayi dekan hanim. saka yapiyorum. o tarihte konferans yok zaten.)

Saturday, August 14, 2010

hom svit hom

ve iste yine tasinmistim. ama bu sefer son iki senedir ilk kez gecebildigim yerlesik hayat sebebiyle mutlu ve gururluyum. sayalim: 2002'den beri oturdugum 9. ev ya da oda. evet, yaziyla DOHUZ. ozellikle de oxford'daki oda ve yurt maceralarimdan ("... bonitasini"), onu takip eden altin kizlar evindeki sitcom ortamindan sonra su sicakta ev tasimak bile bir nevi ilac gibi geldi. simdi eksikleri yazayim da bu blogu takip eden es dost mesela onlari alsin getirsin. haha.

- yemek masasi ve dort sandalye. yemek masasinin en kucuk boy kare olanlari tercihimiz.
- hemnes'in venge tonundaki komodinleri (x2) ((kapakli olanlar, masa gibi olanlar degil))
- 100x55 ya da 60 boyutlarinda koyu kahve ya da krem rengi calisma/bilgisayar masasi
- yete oturmak icin puf (yoksa ayakta kalirsiniz ihvanlar)
- bar sandalyesi (baslangic icin iki adet yeter)
- DYSON anti alerji filtreli elektrik supurgesi (sefin tavsiyesi)
- habitat'dan benim begendigim lambalar
- aplik. bu aplik ne allahaskina? bilen varsa alsin gelsin!
- plazma ekran. cok buyuk degil ama, 30kusur inch'lerden olsun. tercihan ambiance light'li. arkasinda da direktoman usb'den flashdisk girebildiklerimizden olmali ki dvd player almamiza gerek kalmasin.
- aslinda eliniz degmisken blu-ray belki?

simdilik aklima gelen bunlar, daha geldikce yazarim. tesekkurler turkiye.

Saturday, July 03, 2010

Woooot!

oncelikle 1-10 temmuz tarihleri arasinda biz sizi haberdar edecegiz deyip, 10 temmuza kadar beklemeyip, beni de ulser yapmayan koc uni'ye tesekkurlerimi sunuyorum.

beklenen mujde! ocak-subat ayindan beri uzerinde calistigim, mart itibariyle basvurumu yaptigim koc uni'nin art history and archaeology graduate programindan full fellowship geldi mi? geldi. costum mu? costum. masalara cikip oynadim mi? ee, oynamadim. oynardim aslinda, ama ortam musait degildi dun. onumuzdeki maclara bakacagiz. yani illa ki bir masaya cikip oynama ortami olusacaktir diye iyimser dusunmek istiyorum.

konuyla ilgili daha uzun yazarim gibi gibi. daha kontrati imzalayip yollamadim ama pazartesi onu da halledeyim, gercek bir memurin tavriyla isleri full resmiyete dokeyim, ondan sonra gelsin dunya turu, gitsin caribbean cruise? yok lan, iste tell-atchana/alalakh kazisina misafir gozlemci olarak katilim gosterme, belki bir iki sefer bodrum, en kisa zamanda mumkunse her odasina (iki) beni her an izleyecek ceiling cat yapistirdigim daire, and it takes two to tango. [note the masterful use of the oxford comma!]

hayat bana guzel be! (insert nazar boncugu)

Tuesday, June 29, 2010

Back in the USA

by chuck berry.

fakat hahayt, elbette ki amerika'ya geri falan donmedim, bildigimiz, sevdigimiz Istanbul'umuza geri dondum. hatta kesin donus yaptim. esasen kesin donusu Mart 19'da (unutamamisim Ox'tan kurtuldugum tarihi, o derece) yapmistim ama, Mayis sikintisi ile (bir NBC filmi), Haziran ise yine yollarda gecti. aLmanca aci vatan blogunu iki kisi farkla (kim lan o iki kisi?! burada eksik?) okuyan herkes bilecektir ki, almanca ogrenmeye gittigim 4 haftalik hizlandirilmis kursumdan Goethe Institut'la cok muhatap olmadan dondum. esasen almanya gezisi biraz Paris gezisi oldu desem yeridir. pismanlik? sifir.

neyse, biz bunlari hep yazdik.

Istanbul'a gelirsek (ki geldim cuma gecesi itibariyle -arkadas bin munuh'ten 7.20'de, burada 1'de (gece) eve yerles. babam o kadar saatte bodrum'a arabayla gidiyor be?) tabii pek guzel, pek yahsi. ozellikle bunaltici sicaklardan bunaltmadigi zamanlarda. Temmuz'a yaklasirken bunu beklemek cok gercekci degilse de (vallahi kasip kafadan yazmaya calisiyorum *drumroll*) Eyfjallajokull (kesin bir harf kacirdim, neyse) hasebiyle bu yazin normalden daha soguk, ve beklenmedik anlarda yagisli gecmesi ihtimali mevcut -ki 18. yy'da mi ne olmus bu, ayni yanardagin, ayni bok yemeleri neticesi yasanamayan bir yaz ve olamayan ekinler, nihayetinde kitlik. neyse ki artik o kadar direkt olmuyoruz kitliktan (olenler de var bu arada; biz olmuyoruz diye). biz en fazla bir agiz tadiyla tatil yapamayiz, Bodrum'a giderim ben tekneye, yagmur yagacagi denk gelir; ama inadina mesela Amuq Valley excavations'a katilirim, orasi da golgede 62 olur.

ama simdiki planlar? cumartesi bir ihtimal (yazdim diye jinxlenmesin amma) havuz (pinar'in uc sene sonra suyla imtihani); sonrasi allah kerim!

[yazi da konusuz porno gibi olmus, farkindasiniz degil mi? -sadece konusuz kismi tabiiy]

Wednesday, June 09, 2010

Cats vs. Dogs

Cats vs Dogs
Via: Online Schools

buyuk beklentiler

seneler sonra great expectations'i tekrar izledim, francesco clemente'nin cizimlerine yne hayran kaldim. filmi ilk izledigim tarih 2000'den oncesi olsa gerek, demek ki henuz new york'a gitmemisim, san'at dunyasina karismamisim; ayni seyleri hala begendigime gore de ya sahiden bana cok hitap etmis ya da pek ilerleme gostermemisim. (bence ilki)

bu arada clemente'nin film icin degil, kendisi icin yaptigi islerin o kadar da hastasi degilim niyeyse. yine de mesela bu, map of what is effortless, cok guzel; hem cagrisimli hem hayvanli.

ne ogrendik? the past is a foreign country.

Tuesday, June 01, 2010

Eva Peron'lastim

yine ayni temayi devam ettireyim, cok fena aklima takildin be tango? suradan ulasabilirsiniz az evvel (iki gun once) bahsini gecirdigim filmin mithis tango sahnesine. featuring: jessica biel und colin firth. kazik gibi sirtla (colin) tango yapmak da her babayigidin harci degildir. hem mr. darcy, hem tango yapabiliyor; ol de olelim?

Thursday, May 27, 2010

Mad about the Boy




ustunden bir sure (iki yil?) gectikten sonra az evvel yine easy virtue'yu izledim. her sey var: COLIN FIRTH (win), jessica biel (cok guzel bu kadin?), kristin scott-thomas (essential englishness), tilki avi, atlar, kopekler, berbath ingiliz havasi -ve guney fransa'dan kopup gelmis "you didn't love me well enough" diyebilecek kadar aciksozlu bir amerikali.

cok muthis baslayan bir seyler artik cok muthis olmamaya basladigi zamanlar icin larita'nin formulu acik ve net: when the going gets tough, the tough get going.
ama siz yine de jessica biel'in bence epey muthis soyledigi ve benim linkte paylastigim "mad about the boy"u dinleyerek ise girisin. pesimist olmanin alemi yok!


(bu arada when the going gets tough'in orijinaline sahip olan billy ocean'in versiyonu icin soyleyecek sozum yok. cunku "korkunc"tan fazlasini diyebilmek isterdim, diyemedigimi farkediyorum. bu da "cover'lari kendisinden bin kat daha guzel olan sarkilar listesine ilk bes numaradan giris yapsin)

Tuesday, May 25, 2010

Lost in Lost: ve iste bitmisti


























Lost'un bitiminde galiba aklimda gecen gun zorla dinlemeye tabi tutuldugum sarki "yillardan sonra, yollardan sonra" (by yeni turku) var. kendimi emekliye ayrilmis gibi hissediyorum. hayattan beklentilerim bugun farkli olabilir: lost b i t t i. biz buyuduk ve kirlendi dunya! (gene yeni turku referansi, gecen hafta o galatada'ki konsere denk gelmeyecektik) ama sahiden oyle olmadi mi? arkadas, 6 senede doktorayi verirdim. bir baskasi master'iyla birlikte lisansini bitirir yuksek muhendis cikardi mesela. evlenip iki cocuk sigdiran olurdu. 2010 mayis itibariyle kolektif olarak milyonlarca insanin ortak paylasimi olan bir sey sonlandi, evrende kesin bir enerji kaymasi olmustur. bir de mesela, lost'un sonunu elestirmek icin harcadigimiz enerjiyi baska yere kanalize etsek, seneye mars'ta kolonilesiriz. bunu demisken, benim soyleyeceklerim yok mu? (soru retorikti)

"sorulara cevap alamadik!" bu en buyuk serzenis oluyor gordugum kadariyla. ama ortada 6 senedir devam ettirilen bir heyecan var, son bolume kadar da karistirdikca karistiracagiz inadi. su durumda lost'un son bolumlerinin (ki iki bolum olarak yayinlandi, torrentcilerin haberi vardir umarim, hayvan gibi dosyalar gorurseniz ya sasirmayin, ya da benim gibi iki ayri episode olarak hazirlanmisini indirin) gercekten butun mevzulari aciklanmasi (mesela herkesin kafayi taktigi KUTUP AYILARI) sanirim beklenemezdi. beklenmis. cok gercekci degil. senaristler, "her seyi acikliyoruz!" arena/ugur dundar yaklasimi yerine daha holistic bir yontem secmisler; genel olarak kavramlar aciklaniyor, detaylar degil (yani "abi niye adada kutup ayisi vardi yeaa? diyenler hayal kirikligina ugrayacak). benim gibi detaylara takan bir insansaniz muhakkak ki "e peki o kadin kimdi? lapidus'u niye pazar gunu kilisede goremedik?" gibi sorulariniz olacak. bence daha zevklisi bunlara izleyicinin kendisinin cozumler uretmesi. senaristlerin boyle bir amaci var miydi bilmiyorum ama bu final sayesinde daha aylarca lost konusulacak, buna benzer hatirladigim bir de the mulholland drive geliyor aklima lynch'ten. haftalarca "olm nooldu filmde?" diye dolanip, internetten aciklamali makaleler okumus, "haa, hmm" diye aramizda temaasaa etmistik. lost icin de bunun olacagini ongoruyorum.

(su noktada farkettim ki j.j. abrams ve biraderlerinden milyorlar aliyormusum gibi bir hava olusmus)

bu cikar iliskilerini (haha) bir yana birakip, nacizane, ve bol spoiler'li yorumlarima gelirsek:

oncelikle, sembolizm dolu bu adayi ve diziyi ben genel hatlariyla begendim. sonu da yine sembolizm doluydu. sembolizmin hastasiyim ben, once bunu aciklayayim, sonra aa bu kiz delirmis, nesini begendi demeyin. ben izlerken o karakterlerin, olaylarin, hepsine altmetinler yaziyor "surada suna referans vermis, burada bu var" diye kendi gonlumu egliyordum (ki matrix'i de bu sekilde begenmistim zaten). bunlarin bilincli olduguna eminim. misal, iki sefer de "drink this" ("degistiren" suyu iciris) gondermesinin yapilmasi tesaduf olamaz -acik bir inisiyasyon mevzuu donuyor, ki ben bunu hristiyan teolojisi baglaminda okuyup, komunyonla baglantilar kurdum. bunun disinda, misir'a ozellikle bol gonderme vardi: misal adadaki dev sobek heykeli. buradan anliyoruz ki, jacob ve kardesini yetistiren teyze adaya gelen, ikizlerin annesiyle latince konusmus da olsa, buyuk ihtimalle adanin varligi daha eski. buradaki ikizler acikca cain ve abel'i tekrarlayan jacob ve esau (a.k.a. karaduman) ikilisi. hatirlayalim, eski ahit'te, rebekah ve israel'in oglu olan kardeslerden, jacob, ikiz olmalarina ragmen "ikinci" cocuktur, dolayisiyla, ilk dogmus erkek haklari esau'nundur. ama annesi rebekah hamileligi sirasinda da gordugu isaretlerden jacob'in daha iyi bir "ilk-dogan" olacagindan emin olarak babasini kandirir, esau'nun haklarini calar. jacob ve (adi aciklanmayan ama acik ve net) esau arasindaki bu dikotomi dizi boyunca -daha dogrusu bu iki karakter ortaya ciktigindan beri- canli tutuldu. bence? basarili bir sembolizm kullanimiydi. netice: jacob's ladder / yakup'un merdiveni hikayesini (ki the substitute bolumunde merdiven konusu bizzat mevcut) okuyan sanirim herkesin cozebilecegi gibi, o 6 sene israilogullarinin mesih ya da mesihsel zamanlar gelene kadar cektigi cile idi. en nihayetinde jacob'in merdiveni sayesinde isiga gittiler. mesihi cogu literatur zaten birebir kelime anlamiyla tanimlamaz, burada da herkesin "kendi aydinlanmasi" olarak gorursek (ki ben oyle goruyorum) o gun o kilisedekilerin hepsi kendi aydinlanmasini yasadi, ve gittikleri ya da gitmeleri gereken yer her neresi ise oraya gittiler. "bir sonraki" asamaya gectiler. huzuru buldular. hepi ending. bu arada jack'in jacob'dan el almasi da bana jack'in bizzat mesih (christos) figurunu sembolize ediyor oldugunu dusundurdu, bunu da ekliyorum. sozkonusu insanlarin hepsinin kisisel badireler atlatmasi, karakter olarak buyuyup gelismeleri ve olabileceklerinin "en iyisi" olmalari da bu tezimi -bence- dogruluyor. bu konuda ibrani kaynaklarin disina cikip ortodoks teolojisi ne demis okumak isteyen olursa "the ladder of divine ascent - saint john climachos"a bakabilir. ama ben, konunun eski ahit agirlikli bir gonderme oldugunu dusunuyorum. jacob'in misir baglantisi (acin okuyun, her seyi ben mi anlatacagim?) da dizideki misir temasini, heykelleri, tapinagi vs. acikliyor.

lost yapim ekibi, su durumda, bir "lost: additional material" adli apayri bir yapimla cikip, detaylari aciklayabilir. bu hem izledigini pek anlayamayan seyirciye (ki turk seyircisinin ici judeo-hristiyan gondermelerle dolu bir sembolizmi sak diye anlamasini beklemek de cok gercekci degil) bir walthrough olur, hem de adamlara rant. bu da ongordugum diger olasiliklardan biri. ya da boyle daginik birakirlar, insanlar aylarca ustunde oyle miydi boyle miydi diye konusur ve bittikten sonra da herhalde en uzun sureyle gundemde kalan dizi olarak rekorlari kirar. her turlu kazaniyorlar.

ben de vesile ile cok fazla detaylara girmenin mumkun olmadigi bu alti senelik odyssey yorumumu boylece noktalayayim, ve aslinda alinan dersin biraz da insanin en iyi dostunun hayvan oldugunun (bu benim zorlama altmetnim!) altini cizeyim. yavrum vincent, iste gercek candost sensin. boone'u da son bir kez gorduk, ona da sevindim. yakisikli cocuktu!

goodnight, and good luck.

Tuesday, May 18, 2010

Tori Amos Somewhere over the rainbow



Best version of this song EVAR. And no, do NOT disagree with me or I shall throw my glove.

Thursday, January 07, 2010

Istanblues

Almost done here; due to leave on the 11th, back to (apparently snowy) Oxford.
Feeling: confused.
Status: heimatlose.

This post: pointless.