Friday, April 27, 2012

bunlar artik hep hormonlu abla








































bill bryson, a short history of nearly everything kitabinin acilisinda, nasil ve niye bir araya geldigi tam olarak belli olmayan, bir noktada (olunce) artik bir arada kalmayan birtakim atomlardan olustugumuzdan bahseder. neticede, icimiz disimiz kimya. su an hayatimla ilgili her sey, thyroxine ve triiodothyronine adli iki hormona bagli oldugundan ve insanin kimyasinin bozulmasi kavramini harfiyen yasadigimdan; bu posterlere baktigimda her seyin hakikaten de sadece su amino asit ve atom kombinasyonlarindan gayri bir gizemi olmadigini net olarak idrak ettim. bu tabii gizemsiz oldugu anlamina da gelmiyor; endokrinolog (yani Cuddy) olmak icin senelerini verenler var.


T4 aka thyroxine. kiza hormon yukleyin.
triiodothyronine (T3). aradaki bir (1) farki bulunuz.






 





that said; tabii yasarken "su an amino asitler ve atomlarin olusturdugu hormonlar sebebiyle..." diye baslayan cumleler kuramiyoruz. kuranlar olabilir. onlar herhalde alasiminda betonu fazla kacmis (aramizdalar) yahut kimya phd'si pesindeki azinliktir.

ask. sevgi: sana da laflar hazirladim. sevisme esnasinda ve (duruma gore ozellikle) sonrasinda oxytocin salgiliyoruz. yakin zamana kadar kadinlarda, erkeklerde salgilandigindan daha fazla oldugu iddia ediliyordu (anne-cocuk bonding'i icin de kilit isim bu), son arastirmalara gore (kesin edinborough uni'dir) boyle olmadigi; duruma ve kisilere gore degisen oranlarda salgilandigi neticesine varmislar. buna dair benim yorumum: ne kadar robocop'saniz, hormonlariniz o kadar stabil, o kadar minimal. ergo, tum bu human drama'nin suclusu, bizim (ie. benim) bunlari hep yazdigimiz uzere, yatacak yeri olmayan oxytocin <--- iste O hormon [insert: show haber kirmizi cemberi]. bu bilgiler isiginda, mesela kisa bir sure once sevistiginiz insanlarla aranizda, generate ettiginiz kumulatif oxytocin oraniyla dogru orantili BIR ELEKTRIK ALINIYOR (tesekkurler ece erken). cunku fizyoloji yuzunden. sonra AY BEN BILMIYORDUM olmasin.


(posterlere donersek: fikir cok guzel olmakla birlikte, happiness icin dopamine kullanimi yanlis olmus; "mutluluk" kavramina en yakin hormon serotonin.)

Thursday, April 26, 2012

inappropriate grammar rules

"In today's encore excerpt - certain grammatical "rules" that are widely viewed as correct come from the invalid application of grammatical rules from Classical Latin and Greek to the English language by British authors writing hundreds of years ago. Two such "rules"-which have been beautifully and routinely violated by writers from Shakespeare to Hemingway-are the prohibitions against split infinitives and ending a sentence with a preposition:

"The first prohibition against the split infinitive occurs in an 1834 article by an author identified only as 'P.' After that, increasingly over the course of the nineteenth century, a 'rule' banning split infinitives began ricocheting from grammar book to grammar book, until every self-conscious English-speaker 'knew' that to put a word between 'to' and a verb in its infinitive was barbaric.

"The split-infinitive rule may represent mindless prescriptivism's greatest height. It was foreign. (It was almost certainty based on the inability to split infinitives in Latin and Greek, since they consist of one word only.) It had been routinely violated by the great writers in English; one 1931 study found split infinitives in English literature from every century, beginning with the fourteenth-century epic poem Sir Gawain and the Green Knight, through wrongdoers such as William Tyndale, Oliver Cromwell, Samuel Pepys, Daniel Defoe, John Donne, Benjamin Franklin, Samuel Johnson, Edmund Burke, Samuel Taylor Coleridge, Elizabeth Barrett Browning, and others.

"Rewording split infinitives can introduce ambiguity: 'He failed entirely to comprehend it' can mean he failed entirely, or he comprehended, but not entirely. Only putting 'entirely' between 'to' and 'comprehend' can convey clearly 'he comprehended most, but not all.' True, sentences can be reworded to work around the problem ('He failed to comprehend everything'), but there is no reason to do so. While many prescriptive rules falsely claim to improve readability and clarity, this one is worse, introducing a problem that wasn't there in the first place. Yet as split infinitives in fact became more common in nineteenth-century writing, condemnations of it grew equally strongly. The idea that 'rules' were more important than history, elegance, or actual practice ... held writers and speakers in terror of making them. ...

"Why is it 'wrong' to end a sentence with a preposition? ... Who, upon seeing a cake in the office break room, says, 'For whom is this cake?' instead of 'Who's the cake for?' Where did this rule come from?

"The answer will surprise even most English teachers: John Dryden, the seventeenth-century poet less well known as an early, influential stickler. In a 1672 essay, he criticized his literary predecessor Ben Jonson for writing 'The bodies that these souls were frightened from.' Why the prepositional bee in Dryden's syntactical bonnet? This pseudo-rule probably springs from the same source many others do: the classical languages. Dryden said he liked to compose in Latin and translate into English, as he valued the precision and clarity he believed Latin required of writers. The preposition-final construction is impossible in Latin. Hence: it is impossible in English. Confused by his logic? Linguists remain so to this day. But once Dryden proclaimed the rule, it made its way into the first generation of English usage books roughly a century later and thence into the minds of two hundred years of English teachers and copy editors.

"The rule has no basis in clarity ('Who's that cake for?' is perfectly clear); history (it was made up from whole cloth); literary tradition (Shakespeare, Jane Austen, Samuel Johnson, Lord Byron, Henry Adams, Lewis Carroll, James Joyce, and dozens of other great writers have violated it); or purity (it isn't native to English but probably stolen from Latin; clause-final prepositions exist in English's cousin languages such as Danish and Icelandic). Many people know that the Dryden rule is nonsense. From the great usage-book writer Henry Fowler in the early twentieth century, usage experts began to caution readers to ignore it. The New York Times flouts it. The 'rule' should be put to death, but it may never be. Even those who know it is ridiculous observe it for fear of annoying others."


Author: Robert Lane Greene  
Title: You Are What You Speak
Publisher: Delacorte Press
Date: Copyright 2011 by Robert Lane Greene
Pages: 33-34, 24-25

source: delanceyplace.com

Saturday, April 21, 2012

hipo...

...potam. acikcasi hipo denince aklima ilk gelen sey, zamaninda antik misir'da diger her seyden fazla olume sebep olmus bu sevimli hayvan.

sevimli dedim de, esasen tanidigim tek hippopotam british museum'un meshur antikitelerinden olan su ustteki.


ama derdim o degil. zaten hippo antik yunanca'da at anlamina gelen ἵππος'dan; hipo ise 'asagisinda' diye cevirebilecegim ὑπό'dan geliyor. sikintim ise, bir japon'un (hakaru hashimoto) basimiza sardigi hipotiroidim. zaten dikkat ettim, ne zaman basima bir hastalik sarilsa, birilerinin kulaklari cinliyor (ya da mezarinda ters donuyor.) hatirlayacak olursak diger orneklerimiz de thomas hodgkin ve kendisinin adini verdigi tip lenfomada gorulen guzide hucrelere isimlerini veren dorothy reed ve carl sternberg isimli sahislardi. rahmetlileri zamaninda cok andim. simdi sira hakaru-san'da.

dorothy reed. like a boss.


reed-sternberg hucresi. carl sternberg'i kimse sallamamis ve internetlerde fotografi yok. yaziiik.

 





 
    hakaru-san. duydugu uzuntu yuzunden okunuyor.
bu noktada, isyanim su dilemma uzerinden: hipotiroidim var, bunun icin ilac almam gerekiyor ki eksik hormonu dengeleyeyim. fakat hipotiroid icin aldigim ilac gunde birkac kere hipertiroid ataklarina sebep oluyor. ilaci birakamiyorum cunku o zaman hipofiz bezim cok uzulurek, tiroid bezime "kaytarma!" mealli TSH yolluyor. zaten kendi haline birakilinca, kendi immun sistemim kendi tiroidime saldirdigi icin (iste boyle kendi icinde savas veren bir yapim var) bu opsiyon mumkun degil. butun bunlari duzeltmesi icin aldigim sentetik tiroid hormonu ise (yunanca "iyi" anlamina gelen eu- prefix'i kullanilarak sevimli bir havaya sokulmaya calisilmis euthyrox) hem daha bunyemi normal hormon seviyelerine ulastiramadi HEM DE ara ara overdrive'a gecip bana sanki hipertiroidmisim gibi semptomlar yasatiyor.


lutfen tip bilimi bunu cozsun. bugun cumartesi, yarin pazar, hadi pazartesi de 23 nisan, resmi tatil. ama sali gunu masamda istiyorum.

(cunku neredeyse pazar gunu geldi catti ama ben hala game of thrones'un ucuncu bolumunun tamamini izleyebilmis degilim. becauseofreasons.)

Wednesday, April 18, 2012

yazarimiz yillik izninin bir bolumunu kullandigindan

degil tabii. pazartesi aksami buyuk bir heves ve keyifle pizzami ismarlamis, game of thrones s02e03'un basina oturmusken, bahsi gecen iki kisilik pizzayi tek basima on dakikada tuketmemin de etkisiyle dizinin ortalarinda hipoglikemik soka girdim. dizi yarim kaldi, ben de pazartesi aksamindan beri hastanedeydim. game of thrones'u ise, 13.3" ekranda yarim yamalak izlemeye kiyamadigimdan eve donmeyi bekledim. ve iste (az once) donmustum. watch this space.

Monday, April 16, 2012

nostalji ama iyi manada

2009 yilinin 16 nisan'inda ABVD, yahut yuksek dozda toksik madde, a.k.a kemoterapi tedavim bitmis. epey eski bir yaziya gelen yoruma bakmaya gitmisken tesadufen gordum. bugunun 16 nisan 2012 olmasi dolayisiyla yurtta (evde) ve dis temsilciliklerde (babaya telefon ederek) kutlama planlari initiated.

mayis sonu-haziran basi gibi de radio ga-ga'dan kurtulusumun ucuncu yildonumu senliklerle kutlanabilir. mehter dusunuyorum (harbiye askeri muzede, pazartesi ve sali haric her gun, 15:00-16:00 arasi.)

Wednesday, April 11, 2012

kazik caktim internetlere

az once farkettim, bu blog neredeyse sekiz (sayiyla 8) senedir var (30 ekim'de hatirlatin da dogumgunu kutlayalim.) ilk yazi ise tam bir hipstir gibi muzik yazisi, konser izlenimi. zamaninda biraz kassaydim roll yazari olabilirdim.

neyse, sonra civimisim zaten.

Tuesday, April 10, 2012

magical world

yolda yururken aklima 2008'de istanbul modern'de suyun bir arada tuttugu sergisi (ekim-kasim gibi bir tarihte gittigimi dusununce, belki meteorolojik mevsim benzerligi) ve johanna billing'in sergideki magical world videosu geldi. katatonik gibi oturup uc tekrar izlemistim diye hatirliyorum ama dinleyince hak vereceksiniz ki insanin kafasini loopa aliyor. videoyu bir aralar internette bulabiliyorduk, artik bulunamiyor. ama you don't love me yet / magical world double LP'si var. hakkinda bir seyler bir seyler de make it happen'da.

bir insanin neden hala myspace sayfasi olur bilmiyorum ama johanna'nin var.
magical world:
Magical World

ben zamaninda parasini bastirip itunes'dan almistim. cok da iyi yapmisim yatirim olmus. videoyu kafamda izleyebiliyorum zaten.

Saturday, April 07, 2012

game of thrones s02e02 yahut erken gelen mutluluk

game of thrones bu hafta bir surpriz yapip, ikinci bolum yayini her official kaynakta 8 nisan gorunmesine ragmen, ilk bolumden uc gun sonra yeni bolumuyle belirdi. izledigim kopyada HBO logosu da vardi, dolayisiyla bir yerden sizmaktan ziyade sahiden HBO tarafindan yayinlanmis gibi. acip gugillatsam eminim bunun hakkinda yazilmis bir milyon forum post'u falan vardir; ama useniyorum. zaten konumuz da bu degil. fakat merak ettigim, pazar gunu ne yayinlanacak? ucuncu bolum mu? ikinci bolum tekrar mi? ilk ihtimalin yuzdesini cok dusuk buluyorum. bu durumda, yeni bolum icin bir hafta beklemek yerine 10 gunden fazla beklemis olacagiz ve bu bizi uzecek. ama unlu amerikan buyugu janis joplin'in de dedigi gibi: "get it while you can"*


*dikkat! burada derin ve cok katmanli bir gonderme kullandim, bos gecilmemesine.


yine izleme sirama gore step by step (uu beybee) gidecegim:

  • jaqen h'ghar'i (ki herifin adini dogru yazayim derken actigim a wiki of ice and fire'da spoiler'in buyugunu yedim; ben ettim siz etmeyin) ilk belirdigi sahnede biraz zayif buldum. ama ilk intiba yaniltabiliyor (burada da mesaj var demek isterdim ama yok); dizideki jaqen, konusmasi ve tavirlari ile, benim tum serideki favori karakterlerimden biri olan bu tekinsiz herifin hakkini vermis. ucuncu tekil sahista konusmasi ise, 90'lari yasamis her turk insanina, ister istemez mustafa sandal'i hatirlatiyor. bu bag kuruluyor, buna yapacak bir sey yok.   

turk gencinin inanilmaz basarisi. shae giyinik oldugu nadir sahnelerden birinde.
  • sibel kekilli'nin shae'i oynamasinin, diziye en az %40 daha fazla turk seyirci kazandirdigina iddiaya girebilirim (kolasina). hatta hazir boyle iddiaya giriyorum, facebook grubu acayim. bunun yani sira, ikinci bolumde abazan turk (ve ecnebi) gencini mutlu edecek malzeme bol. sunu demek istiyorum beyler: sevisme var, meme var, boyle seyler. 

  • tyrion lannister, kalplerin sampiyonu. kitapta da dizide de tartismasiz EN IYI repliklere sahip oldugunun hakkini herhalde herkes verecektir. deadpan humor'unun hastasiyim ve her belirdigi sahnede neseyle ellerimi cirpiyorum. neyse ki, ikinci kitap dahil, ilerleyen bolumlerde de tyrion'suz kalmiyoruz. hatta ikinci sezonda ana karakter olacaginin mujdesini vereyim de siz de benimle birlikte el cirpin. firsat verilse, kendisiyle BFF olurum. shae'yle takilmadigi ve asiri sarhos olmadigi zamanlarda iki muhabbetin belini kirariz. 

balon greyjoy, krallik bu DEYIL.
  • ve sonunda theon'un ayrin da ayrin diye siksik ettigi iron islands belirdi. bu biraz, "biz makedonya gocmeniyiz" diye kasilan arkadaslarin, makedonya'yi yerinde inceledikten sonra kackackac diye istanbul'a donup topragi opmeleri tarzinda. iron islands lokasyonu icin ya kuzey irlanda, ya kuzey iskocya kullanmis olsalar gerek (gugilla bunu da bulurum, ama gordugunuz gibi bakmamaya devam). yorumum su: surgune gideceksem, son tercihim burasi olur. yagmur, bulut, rutubet, romatizma -ideal bir kabusta aradigim her sey var. ortamlari da izbe zaten. insan kendini kral ilan etmeye utanir. balon greyjoy'un ilk belirdigi sahnede "git bir sacini basini yika, bulutsuzluk ozlemi'nin solisti gibi geziyorsun" diye bagirdim ekrana dogru. bir sey izlerken kaptirip nenelesmenin tadi da az seyde var karagozlum.

davos, davosing.
  • davos seaworth: o bir mensch, o adamin hasi. davos, stannis'e duydugun sadakati takdir etmiyor degilim ama adam MUHASEBE MUDURU (bkz: onceki bolum). neyse sen bilirsin, sonra stannis iron throne'a oturamazsa gelip bana aglama.







chamber of the painted table. obruklara dikkat.
  • muhasebe mudurunden laf acilmisken: dragonstone'daki chamber of the painted table sekansi, starring stannis baratheon and melisandre aka the red woman. basta "sevisme sahnesi gormek isteyene bu bolumden cok ekmek var" duyurusunu yapmistim. acikcasi ben tam "insallah o masada sevismeye kalkmazlar" diyordum ki, korktugum basima geldi. carpet burn bile yeterince kotuyken, insanin kicina basina minyatur ordularin batmasi? yetmezmis gibi, yer sekilleri de isin icindeydi: tepe, plato, obruk, cesitli karstik olusumlar (cografya bilgimle basinizi dondurmeye niyetliyim.) tutku da bir yere kadar. popoma oyuncak asker battigi dakikada o is biter dostum.

ve bir bolum de boyle geride kaldi. tekrar gorusmek uzere, esen kalin.

Thursday, April 05, 2012

gecen yillar ona pek de iyi davranmamistir*

*zor olum 4 - turkce film ozetinden.

konumuz sinead o'connor. kendisini ilk olarak nothing compares 2 U adli korkunc imlali (sonra to B falan da yazdi) sarkisi ve sacsiz kafasiyla tanimistik. kadinin sesi guzel. sonradan cranberries ve surekasi ile alisacagimiz ama o zamanlar pek yaygin olmayan irlanda ballad vokalleriyle gonullere taht kurmustu. bir de galiba kel ve boynu bukuk olusuyla. ekrana gozlerini kocaman kocaman acip "benzemez kimse sana" diye agliyordu; bagrimiza bastik, cunku huzun ki, etc. etc. sonra papa'nin resmini live tv'de yirtmasi, irish orthodox church tarafindan rahip (rahibe degil) olarak kutsanmasi, olaylar olaylar.

-intermission-

sene 2012 ve sinead o'connor bitmis beyler. yaptigim arastirmanin neticesini sunuyorum:



80'lerin sonu - 90'larin basi itibariyle taniyip sevdigimiz winona ryder surumlu sinead.
dovmelerinden tanidik.





peki ben buraya nereden geldim? kendisinin 1988 tarihli albumu the lion and the cobra'da (o zamanlar crouching tiger, hidden dragon yoktu; isim orijinal beyler) 6. sirada yer alan troy adli sarkisini kisa araliklarla dinliyorum.




2000'lerin basinda, simdilerde dj baryam olarak bazi bazi salilari sallayan ugur, -buraya dikkat- ICQ FILE TRANSFER ILE bu sarkiyi romans.mp3 kod adi altinda yollamisti. simdi hatirlayamadigim bir remix'i olsa gerek, cunku bu dicey tayfasi remix islerini cok seviyor. ben su siralar duz dinliyorum. sarki super. lirikler, ee, lirik. bunun videosu da var midir diye bakayim dedim, var. ama turu pismanlik verici. yine de ben 80'lerin video klipleriyle yuzlesmeye hazirim diyenler icin surada.

mukemmel bir insan oldugum (ve bir milyon karma puanina ihtiyac duydugum) icin tumblr'a da kendi ellerimle convert ettigim, doktordan az kullanilmis album kaydini koydum.

simdi, bu tek blog post'ta tam UC dev hizmet iceren yaziyi sarki sozlerini de paylasarak tamamliyorum. bu sefer highlight yok; sarki kendi kendinin highlight'i.


Troy (atiyla meshur antik bir kentimiz)

I'll remember it
And Dublin in a rainstorm
And sitting in the long grass in summer
Keeping warm
I'll remember it
Every restless night
We were so young then
We thought that everything
We could possibly do was right
Then we moved
Stolen from our very eyes
And I wondered where you went to
Tell me when did the light die

You will rise
You'll return
The phoenix from the flame
You will learn
You will rise
You'll return
Being what you are
There is no other Troy
For you to burn

And I never meant to hurt you
I swear I didn't mean
Those things I said
I never meant to do that to you
Next time I'll keep my hands to myself instead
Oh, does she love you
What do you want to do?
Does she need you like I do?
Do you love her?
Is she good for you?
Does she hold you like I do?
Do you want me?
Should I leave?
I know you're always telling me
That you love me
Just sometimes I wonder
If I should believe
Oh, I love you
God, I love you
I'd kill a dragon for you
I'll die

But I will rise
And I will return
The Phoenix from the flame
I have learned
I will rise
And you'll see me return
Being what I am
There is no other Troy
For me to burn

And you should've left the light on
You should've left the light on
Then I wouldn't have tried
And you'd never have known
And I wouldn't have pulled you tighter
No I wouldn't have pulled you close
I wouldn't have screamed
No I can't let you go
And the door wasn't closed
No I wouldn't have pulled you to me
No I wouldn't have kissed your face
You wouldn't have begged me to hold you
If we hadn't been there in the first place
Ah but I know you wanted me to be there oh oh
Every look that you threw told me so
But you should've left the light on
You should've left the light on
And the flames burned away
But you're still spitting fire
Make no difference what you say
You're still a liar
You're still a liar
You're still a lawyer*

*evet, gercekten lawyer diyor. ben edebi sanatlarda bir dunya lideri oldugumdan ne demek istedigini anladim (kapali istiare var), isteyenler tecahul-i arif'e siginabilir.

Monday, April 02, 2012

winter has come

bittiginde karalar bagladigimiz, kis gelsin diye agitlar yaktigimiz game of thrones ikinci sezonuyla dun geri dondu. "kis geliyor vay" yakarislarinin bahara sarkmasi zamanlama itibariyle biraz tuhaf olsa da, ic sikintisinin bir yasam tarzina dondugu su gunlerde, en azindan westeros'a kacabiliyor olmak guzel sey, umutlu sey (taniyanlar bilir, escapism'de bir dunya lideriyimdir.) bir yandan da nereden nereye. game of thrones kaldigi yerden devam ediyor ama biz hayata onun biraktigi yerden devam etmiyoruz. sezon finalini yaptigi 19 haziran'dan bu yana ne devranlar dondu GoT.

simdi sezon premiere'ini dakika dakika inceleyelim. kendinizi evinizde telegol izliyormus gibi hissedin.

***bundan sonrasi ilk bolumu izlemeyenler icin cesitli spoiler'lar icerebilir uyarisi***


  • tyrion'un, bu sezon da has adamimiz olacagi acik. daha ilk dakikalarda ettigi su cumle ile benden alkisi aldi: "You love your children. It's your one redeeming quality; that and your cheekbones." burada benim hafiften gerizekali oldugumu sezmis olabilirsiniz: o diyaloglari senaristler yaziyor pinar'cim. lutfen beni yargilarken, su siralar maraton bir song of ice and fire okumasi yaptigimi ve besinci kitaba geldigimi goz onunde bulunduralim.   


  • bran'i evlat edinmek konusunda ciddi dusunuyorum. soylemeden gecemedim.
    benim olacaksin. benim!
  • weirwood agaclari cok guzel. civarda dikilebilecek yer dusundum, bulamadim. belki sanatcilar parki? cihangir ispark'in ustundeki post-apocalyptic parka olmayacagi acik. fakat bir godtree'miz olsa fena mi olurdu? yapraklari kirmizi, gozleri yasli?
  • iki onemli nokta: 1) joffrey'nin hala yatacak yeri yok, ve 2) bazi sorunlari cozmede anne terligi hala bir numara.
  • targaryenler damarlarinda akan asil kani sulandirmama adina inbreeding'e yonelmekte kotu etmisler diyebilir miyiz? bence netice muspet (arada birkac deli kral cikiyor, onlari da idare edersin.) tercihi hafif balik etinden yana olan arkadaslarin da bu soy soylama pratiginden memnun kaldigini tahmin ediyorum.
  • craster'i kafamda basbayagi grotesk canlandirmistim; adam edebiyat hocasindan hallice cikti. bana casting direktorunu baglayin.
  • biraz da ambiyans: westeros'un cok guzel canlandirildigi detayini atlamiyorum <-- bakin yazdim. kitaplari okurken cikisi olmayan bir girdaba suruklendigim dogrudur; ustune de dizinin cok basarili gorsel produksiyonu beni meksika dalgasina kadar goturdu. casting direktorunden sonra bana goruntu yonetmenini baglayin.
vergi dairesi icin 2'yi tuslayin.
robb bir atarlanma aninda.

  • stannis baratheon, siz cok yanlis gelmissiniz. muhasebeci kilikli bu herifin kral olacagi bir dunyada yasiyorsak ben isyan ederim. isyanim ekte: \o/. chronicle tuttururkenki tavri bir anda aklima A.E. Pessimal'i isinladi. tabii benim her ahval ve seraitte discworld'e isinlanmam, en kotu ihtimalle kucugunden de olsa bir referans vermem hayatin bazi kacinilmaz gerceklerinden.








  • gelin itiraf edelim: ben de king in the north'a diz cokerdim. robb stark "uu beybi" diyecegimiz tarzda birisi. bu sezonda bol bol atarlanmasini izlemek nasip olsun insallahdinimizamin.


ve iste bahari karsiladigimiz su coskulu (insert own adjective) gunlerde, yaklasan kisin ve savasin tam ortasina dustuk. sikayet? benden yok. 3 haziran'a kadar pesindeyim birakmam (enter levent yuksel, exit yours truly.)